6 Temmuz 2015 Pazartesi

YAŞAM ENERJIMIZI ( cinsel enerjimizi artıran nefes tekniği )


1.AŞAMA  :  5 dakika Kalça Kemiğini Açmak
Sevdiğiniz , yumuşak bir müzikle yavaşca dans etmeye başlayın. Bu sizin nefenizi canlandırmanıza yardımcı ve enerji verici olacaktır. Dans ederken kalça kemiğinizle oynamanın, onu hareket ettirmenin ve onu esnetmenin yollarını bulun. Dizlerinizi biraz daha fazla ve alt karın boşluğunuzu  yere doğru iterek açın.
Tüm bedeninizin, özellikle de bacaklarınızın ve kalça kemiğinizin ısındığını hissedin. Refleksolejiye göre topuklarınızın çevresi ayakta kalça kemiğinizi ve cinsel organlarınızı temsil eden refleks bölgeleridir , onları da hareketlerinize bir parça dahil etmek isteyebilirsiniz. Yine daha derin nefes almak için ağzınızı biraz açmak da cinselliğinizin açılmasına yardımcı olur.

2. AŞAMA : 5 Dakika Ateşin Üzerine Oturmak
Şimdi oturun. Bedeninizi dik tutun ve gözlerinizi kapatın. Bedeninizi ve leğen kemiğinizi hissedin ve alt karın boşluğunuzu kısa bir süre için kasıp bırakmaya başlayın. Sonra ellerinizi ısınına kadar birbirine sürtün ve bir elinizi alt karın boşluğunuzun üzerine yerleştirin. Elinizin sıcaklığının bu bölgeyi ısıttığını hissedin. Rahatlayın ve yavaşça oraya doğru nefes alın.
Bir ateşin üzerinde oturduğunuzu hayel edin.  Kırmızı, turuncu, ve sarı alevler kalça kemiğinize  doğru yükseliyor ve orayı sıcaklıkla dolduruyor. Bedeninizin nefes almasına ve bedeninizde yükselmekte olan alevlerle hareket etmesine, kasılmalarına eritmesine ve tüm bedeninize yavaşça yayılmasına izin verin.
3.AŞAMA : 5 Dakika Yaşamın Alevi Olmak
Yavaşça ayağı kalkın ve yaşam alevi olduğunuzu hayal edin. Rüzgarda kalmış alev gibi hareket ettiğinizi hayal edin. Yumuşak yaşam enerjinizin tadını çıkarın. Onun sıcaklığının bedende yükseldiğini, size canlı, sağlıklı ve genç tuttuğunu hayel edin. Tüm bedeninizde cinsel ve fiziksel bir halde olmanın keyfini yaşayın.
4.AŞAMA : 5 Dakika Gevşemek
Şimdi oturun ya da uzanın, gevşeyin ve sıcak, yumuşak bedeninizin keyfini çıkarın. Yavaş yumuşak
Bir şekilde aldığınız nefesenizi izleyin ve yaşam özünün  içinizde nabız gibi attığını hissedin.
Kaynak : Nefesin Muhteşem Gücü
Dr.Devepath

Nefes Terapisti
www.nefesterapisi.net
Gülin SARIYİĞİT
Tel : 0532 665 41 15

4 Temmuz 2015 Cumartesi

FARKINDALIKLA NEFES ALMA




Her tür meditasyonu öğretmeye gerek yok,
Sadece tek bir yöntemi seçebilirim.
Bu da en basit, en kolay
Ve her şeye uygulanabilen bir yöntem olur.
Ve bu tek yöntem tüm dünyaya yayılabilir.
Ben ona nefese tanıklık etmek adını veriyorum.
O çok basit bir yöntem.

OSHO
Nefes Terapisti
Gülin Sarıyiğit
Tel : 0 532 665 41 15
www.nefesterapisi.net

HAYATIN YENİ BİR NİTELİĞİ NEFES

Nefes almanın ne kadar temel bir şey olduğunu düşündünüz mü ?
Biz sığ nefes almanın bizi ister fiziksel ister psikolejik olarak ölüme yakın bir durumda tuttuğunun ve sadece hayatta kalmaya yetecek kadar nefes alıp verdiğimizin farkında değiliz. Aslında sürekli olarak yorgunluktan bitap düşmenin, hastalığı ve yaşam enerjimizin tükenmesi eşiğinde yaşıyoruz. Sanki yaşamaktan korkuyoruz.
Öte yandan derin nefes almak bizi daha zengin bir var olma durumuna doğru götürür ve arzu ettiğimiz gibi bir hayat yaşamamızı sağlar. Nefes almak ve hayatı dolu dolu yaşamak ; bedenemizi sevmek , cinsel enerjimizin keyfini çıkarmak, yaratıcı olmak ve meditasyondaki bilincimizi genişletmektir.
Derin nefes alıp vermenin diğer bir yönü de bize, hayatın doğal akışına güvenme  ve kendimizi bu akışa bırakma sanatını öğreterek yaşam kalitemizi artırması özelliğidir. Nefesin spontan dansı ile hareket ederek oyun oynamayı, esnek ve yine varoluşun rüzgarları ile hareket edebilen çocuklar gibi olabilmeyi öğreniriz.

Dr.Devapath

Nefes Terapisti
Gülin Sarıyiğit
Tel : 0 532 665 41 15
www.nefesterapisi.net

ZEVKLE NEFES ALMA



Derin Nefes aldığın anda,

Cinsel enerji açığa çıkar ,

Onun açığa çıkması gerekir ,

Onun tüm bedeninde akması gerekir .

O zaman bedenin orgazm duygusu içinde kalır.

OSHO
Nefes Terapisi
Gülin Sarıyiğit
Tel : 0 532 665 41 15
www.nefesterapisi.net



HİPERAKTİVİTE DUYGUSAL VE ZİHİNSEL NEDENLERİ ? NEFESİN FAYDALARI ?



Günümüz de “ hiperaktif “ teşhisi konulan çocuklara çok rastlıyoruz. Nefes seanslarımızda Hiperaktif çocuklardan önce anne ve babaları ile çalışmayı tercih ederiz. Hiperaktivede çocuğa anne babanın enerjisinden geçer.
Hiperaktif çocukların anne babalarına baktığımızda, çok fazla kural, düşünce kalıbı ve hayat ile ilgili inanç sistemleri olduğunu görüyorum. “ insanlar söyledir, çocuk böyle olmalı, bu durumda şu yapılmalı. Bu yapılmamalı, gıbı cok malılar melıler vardır.
“Uslu ol, terbiyeli ol, güçlü ol, ağlama, sus, onu yapma, bunu yapma, öyle davranma, böyle davran” çocuk ruhunun özgürlüğüne ve özgür ifadesine ter, katı kurallar koyuyorlar. Bu da çocukları geriyor, bunaltıyor, özgürce akmak isteyen enerjiyi kesiyor.
Doğal olarak bu bastırılmış enerji ile ne yapacaklarını bilmedikleri için yerlerinde duramıyorlar.
Anne babalar birde diğerlerini aşırı önemsemek, sosyal çevreye aşırı anlam yüklemek olduklarını gözlemliyoruz. Çocuklarının kendilerini özgürce ifade etmesinden çok, dış dünyaya yansımaların iyi olması daha önem kazanıyor. Çocukların özgür olmasından çok terbiyeli, disiplinli vs olması , Çoçukluğunu yaşamında  ileriki yaşlarda çocuk gibi davranışlarda bulunmaya devam ediyor bu çocuklar. Senelerin intikamını almak istercesine davranabiliyorlar. İşte bastırılan çocukluk, bir türlü büyümeyen olgunlaşmayan kişilik anlamanı geliyor.
Çoçuklarımızı limitlediğimizde bizler yıllar yılı bastırdığımız, ifade etmediğimiz negatif duyguları onlara yüklemiş oluyoruz. Bu yükün altında ezilen çocuklar, çektikleri sıkıntı yüzünden korkuya ve paniğe kapılıyor. Bir türlü rahat olamıyor, sürekli hareket etme ihtiyacını duyuyorlar.
Anne baba kendi sorumluluğunu almalı kendini şifalandırmak için yöntemler bulmalıdır. Nefes ta bunlardan biri.
Evlilikteki uyumsuzluk ve birbirine karşı gizlilik nedeni ile de oluyor. Çiftler duygularını, düşüncelerini , kendilerini birbirinden gizledikçe oluşan gerginlikleri ortaya çıkarmak ve ifade etmek yerine bastırıp içlerine attıkça , negatiflik birikiyor.
Nefes seanslarımızda anne ve babalara su olumlamaları tavsiye ediyoruz.
“ Çocukların yaşamaları gereken her şeyi, yaşamaları gerektiği şekilde ve yaşamasına izin veriyorum. Bebekken bebek, çocukken çocuk olmak ve öyle davranmak güvenli.
Çocuklarıma, özgürce ve limitsizce var olabilmeleri için gereken ortamı sağlayabilirim, bu tamamen güvenli. Çocuklarım güvende ve huzurlu.
Hiçbir  şeyi, hiç kimseyi , hiçbir varlığı kontrol etmek zorunda değilim. Herkesi ve herşeyi olduğu haliyle bırakabilir , Allah’a ve onun mükemmel düzenine emanet edebilirim. Çoçuklarım benim eşyam değil.
Onlar birer birey ve istediklerini yapabilme, yaşamaları gerekeni yaşama, tüm bunlar içinde özgürleşerek büyüme – olgunlaşma hakkına sahipler. “
Kaynak: Nevsah Fidan


Nefes Terapisi 
Gülin Sarıyiğit
www.nefesterapisi.net 
Tel : 0 532 665 41 15


3 Temmuz 2015 Cuma

KAYNAĞA BAĞLANIN ! VAROLUŞUNUZA SAHİP ÇIKIN !

Herkes sevgi, şefkat, ilgi, güç ve güven arayışı içersinde.. Ki bunlar insanın en temel ihtiyacları.. Varoluşun ta kendisi.. Ancak bunu baskalarının enerjisini çalmaya çalışarak, ilgi çekmeye çalışarak, baskasını kizdirarak veya uzerek, hastalıklar aracılığıyla, kendinize kötü davranarak, kendinizi veya baskalarını, şartları vs suclayarak yapmayalım.. Bu sekilde baskalarının ilgisini, şefkatini ve baskalarının gücünü kazanmaya çalışmak sadece kayıpla sonuçlanır.. Önce kendinize sevgi, saygı ve şefkat göstereceksiniz.. İçimizdeki güce inanacaksınız ve güveneceksiniz.. Yüce Varoluşun parçası oldugunuzu idrak edeceksiniz.. Ve bunu kendi üzerinize büyük bir emek harcayıp, çalışarak kendiniz yapacaksınız.. Rehberlikler alabilirsiniz.. Sizi sorularla çalıştıran kitaplar alabilirsiniz.. Terapiye gidebilirsiniz.. İnanç sisteminizi geliştirebilirsiniz.. Size hangi yolun uygun olacağı konusunda bol bol araştırın.. İnternetten, kitaplardan, sohbetlerden.. Araştırın.. Uyanık olun.. Karar verin ve yapın.. Benim kendi üzerimde de cok büyük bir emegim var.. İnsan kendisine ancak kendisi yardımcı olabilir.. Diğer hersey araç olabilir.. Kaynağa bağlanın.. Bunu nasıl yapacaksanız, kendi yolunuzu araştırın ve bulun.. Bu dünyadaki varolusunuza sahip çıkın!.. Sevgilerimle..
Dr.Shuule Tokmakcioglu

SABIR VE TAHAMMÜL ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ

Sabır ve tahammül günlük hayatımızda çok fazla kullandığımız iki önemli kelime. Anlam bakımından çok yakın gibi görünseler de hissediş, uygulama ve geleceği yaratırkenki etkileri bakımından aralarında dağlar kadar fark vardır.
Sabreden insan, Kendi değerinin farkındadır, tek olduğunu, özel olduğunu bilir. Kimseyi kendinden üstün görmez. Kendisini de kimseden aşağıda görmez. Hayatındaki insanların onun hayatında ve kendisinin de diğer insanların hayatında bir tesadüf eseri bulunmadığını bilir. Bu yüzdendir ki hayat öğretmenlerine ve öğretmenliğine saygı duyar. Gözünü geleceğe dikmiştir. Bir hedef koymuştur. Hedefe ulaşmaya çalışırken karşısına çıkan engellere, sorunlara çözüme odaklı bir yaklaşımla, sukunetle sabreder. Hedefe ulaşmak için geçen zamanın boşa geçen zaman olmadığını bilir. Bu zaman süresince, hedefe ulaştığında, ulaştığı hedefteki verimliliğini arttıracak donanımları biriktirir türlü sınavlarla. Eğer niyet ederse ve kararlı davranırsa, ihtiyacı olan her neyse, ihtiyacı olduğu zamanda, ihtiyacı olduğu şekilde kendisine ulaşacaktır.
Sabreden insan, bir hedef koyamadığı, kararsız olduğu zamanlarda da sabreder. Bu sefer doğru olana karar vermek için, doğru hedef koyabilmek için sabreder. Bu süreçte Yaratandan, rehberlerinden, evrensel sistemden, meleklerden, iç sesinden, özünden (adına ne derseniz, nasıl rahat hissederseniz) doğru karar vermesini destekleyen işaretler bekler. Beklentisi bazen ani bir ilhamla, bazen yaşanan bir olayla, bazen çevresinden duyduğu, basit bir sözle gerçekleşir. Gelen mesajları doğru okur ve anlamlandırırsa karar vermekte zorlanmaz. Karardan sonra koyduğu hedefe giden yolda sabrederek selamete ulaşır.
Tahammül eden insan ise kurbandır. Korku doludur. Diken üstündedir. Kaybetmekten korktuğu bazı şeyler uğruna, başka bazı durumlara katlanır, tahammül eder. Hayatın akışında sürüklenir. Fakat sürekli de şikayet eder. Hedef koyamaz. İçinde bulunduğu, hoşlanmadığı durumun değişeceğine dair inancı cılızdır. “İstiyorum” der ama aslında “istediğim şeyi hak etmiyorum” diyen bir kök inanca sahiptir. İstediklerini elde etmek için sabır yerine tahammülü seçmesinin sebebi de bu değersizlik inancıdır. Tahammül ettiği durumlarda kendini hiçe saydığı için özüyle çelişir. Tahammül etmesine sabredemeyen özü üzerine yük olur. Bu yükü kaldırmanın tek yolu sorumluluğu kendi üzerinden ötelemektir. Ötelemenin de en güçlü adresi kaderdir. “ Bizim kaderimiz de bu ne yapalım, sabredeceğiz” der. Ama onun sabır dediği tahammülün ta kendisidir.
Sabretmek ve tahammül etmek birer tercihtir. Durumlar aynı olsa bile sabreden insanın davranışı ve hissiyatı ile aynı duruma tahammül eden insanınki birbirinden farklıdır. Ve sabreden insan ile tahammül eden insanın kendi geleceklerini yaratma potansiyellerinde de çarpıcı farklar vardır. ( Ben sabretmek ve tahammül etmek olarak kıyasladım. Siz aynı tanımlara farklı adlar verebilir hatta görüşünüze göre sabır ve tahammül sözcüklerinin yerlerini değiştirebilirsiniz. Dikkat çekmeye çalıştığım nokta içerikteki farklılıklar)
Gelin bunu bir örnekle açıklayalım;
Durum: İş yerindeki koşullardan, patronundan ya da ortağından memnun olmayan bir insan düşünün.
Bu insan sabretmeyi tercih eden bir insansa, öncelikle o anda içinde bulunduğu koşulları kabul eder. İş yerinde bulunduğu süre içerisinde işini en iyi şekilde yapmaya çalışır. Anlaşamadığı, sıkıntı yaşadığı konularla ilgili kendini muhatabına ifade edebileceği bir ortamı temiz bir niyetle diler. Ve bu ortam kendisi tasarlasa asla olmayacak şekilde bir mükemmeliyetle gerçekleşir. (tecrübeyle sabit) Kendisini sakin net ve saygılı bir üslupla ifade eder. Sonucu görene kadar da yine işini en iyi şekilde yaparak sabreder.
Muhatabıyla ciddi bir frekans uyum problemi yaşıyorsa, kendini ifade etmesinin sonuç getirmeyeceğini anlar ve artık boşa kürek çekmez. Susar. Affeder. Sabırla yeni bir iş için samimi dileklerini evrenin dilek kutularına gönderirken, yine işini iyi bir şekilde yapar , yeni ve istediği gibi bir iş için gerekli girişimlerde bulunur. Karşısına çıkacak fırsatları bekler. İşinden çıkıp evine gittiği zaman iş sorunlarını bir gömlek gibi işyerine asar ve bırakır. Özgürdür. Elinden geleni yapmasına rağmen, gelişmeler işinin sonlanması ve ya ortağıyla yollarını ayırmasına kadar giderse, yeni ve istediği gibi bir işin gelmekte olduğundan emin, verdiği kararın sorumluluğunu sonuna kadar üstlenerek, orada öğrendiği her şey için şükrederek ve ayrıldığı yerde gün geçtikçe daha çok hissedilecek bir boşluk bırakarak gider.
Söz konusu insan aynı durumda tahammül etmeyi tercih ederse; hayatı kendisine zehir etmenin ilk adımını atmış olur. İşine odaklanamaz. Fakat aynı zamanda işini kaybetme korkusu düşüncelerine hakim olduğundan, hata yapmaktan çekinir. Fakat bu düşünce ve duygular onun daha fazla hata yapmasını kolaylaştırır. Bir taraftan muhatabına (patronuna ya da ortağına) içten içe öfkelenir, bir taraftan da muhatabının kendisine öfkelenmesini engellemek için onun olmasını istediği gibi davranmak zorunda hisseder kendini. Patrondur ne de olsa ve üstündür doğal olarak. Buradaki yaman çelişkiyi fark edebiliyor musunuz?
Tahammül eden insan asla özgür olamaz. İşi bittikten sonra evinde televizyon izlerken bile tahammül etmek zorunda olduklarından dolayı kadere kızarken bulur kendini. Değerinin farkında değildir. İlahi sisteme geleceği yaratmak adına gönderdiği mesajlar bulanıktır. “İstiyorum”- “Hayır hayır ben sorunlarımın çözülmesini hak etmiyorum” yada “Yeni ve istediğim gibi bir işi hak etmiyorum”- “Bıktım ben bu işten, yenisini istiyorum”- “Hayır hayır bu işten başka şansım yok bunu elimde tutmalıyım”- “kesinlikle istiyorum”- “ Hayır hayır önce yeni bir iş kurmak için paraya ihtiyacım var. Ama ben o kadar parayı bulamam ki.” Dilek kutularında biriken çelişkili mesajlar ilahi sistem tarafından değerlendirmeye alınır.
Çıkan karar şudur:
“Mesajları gönderen kişinin tahammül ettiği olayların şiddeti arttırılacak. Kişi bu yolla sıkıştırılarak isteklerini netleştirmesi ve kendi değerini fark etmesi için zorlanacak”
Ve karar uygulamaya konulunca kişi şarkısını söylemeye başlar: ” Ben ne yaptım kader sana / Mahkum ettin beni bana / Her nefeste bin sitem var/ Şikayetim Yaradanaaa/ Şaşıran sen mi yoksa ben miyim bilemedim/ Öyle bir dert verdin ki kendime gelemedim/ Çıkmaz bir sokaktayım yolumu bulamadım of ooof” J
Sabreden insanı sabrın sonunda kucaklayan sonuç selamet olurken, tahammül eden insanı bekleyen şey huzursuzluğun eşlik ettiği, kaderin kancasına takılı bir yeni tahammüller zinciridir. Fakat şu da yadsınamaz bir gerçek ki; Sabretmeyi öğrenmenin yolu, sonu hep hüsranla biten tahammüller yaşamak ve bu yolun yanlışlığını bizzat yaşayarak anlamaktır.
Yazımı İndigo Dergisi yazarlarından sevgili kalemdaşım Serpil Çavuşoğlu’nun yılın sözü ilan ettiği, Şems-i Tebrizi’nin bir sözü ile bitirmek istiyorum.
Anladım ki:
İnsanlar; Susanı korkak.
Görmezden geleni aptal.
Affetmeyi bileni, çantada keklik sanıyorlar.
Oysa ki; biz istediğimiz kadar hayatımızdalar.
Göz yumduğumuz kadar dürüstler ve sustuğumuz kadar insanlar..!”
YAZAR 
ÖZGÜL SÜSLER

NE OLMASINI BEKLİYORSUN ?

YANLIŞ HAYATIN PEŞİNDEN KOŞMAYACAKSIN!    
boş hayaller kurmayacaksın!.. Can YÜCEL

 
 
Ne olmasını bekliyorsun?
Hayatın sana ne sunmasını bekliyorsun? 
Dün akşam hayalini kurduğun şeylerin, sabah olunca gerçekleşeceğini mi umuyorsun?
Yanlış Hayatın Peşinde Koşmayacaksın!
Sistem böyle çalışmıyor! 
Düşünce gücü, metafizik, parapsikoloji, yoga, meditasyon, 
aklına her ne geliyorsa, neye inanıyor ve peşinden gidiyorsan,
hepsi bir yerde tıkanıp kalacaktır!

 
Ummakla, dilemekle olmuyor, ayağa kalkacaksın! 
Her şeyden önce farkına varacaksın! 
Hangi öğretiye inanırsan inan, üstün körü anlamayacaksın. 
Bir bilgiyi gerçekten hayatında uygulayamıyorsan, o bilgiye sahip olduğun
yanılgısına kapılmışsın demektir. 
Kendini kandırmayacaksın!
Gerçekleri anlayacak, sonu her ne olursa olsun kabul edeceksin. 
Bazen bildiklerin, öğrendiklerinin acı verir. 
Onu da yaşayacaksın. 
Önce kendinin, ne olduğunun, nelere sahip olduğunun, gücünün, yeteneklerinin, 
bu hayata neden geldiğinin farkına varacaksın.

Hayatını, gereksiz şeyler uğruna harcamayacaksın. 
Kalbinde yaşadığın her duyguyu aşk sanıp, peşinden çöllere düşmeyeceksin. 
Aşkın adını ağzına almadan önce, uzun uzun düşüneceksin. 
Yüreğinle yüzleşeceksin. 
Sevgiyi, tutkuyu, şehveti, alışkanlığı, çekimi, aşkı birbirinden ayırt edeceksin.

Hiç kimsenin ve hiçbir şeyin senden daha önemli olduğunu düşünmeyeceksin.
Bedenine, ruhuna, aklına sahip çıkacaksın. 
Hak etmeyenin ardından yas tutup, bunu da aşka bağlayıp, aşkın şanını kirletmeyeceksin. 
Kendini tanıyacaksın, hem de çok iyi tanıyacaksın! 
Kimleri, neden ve niçin seçtiğini bileceksin.
İnsanız hepimiz, elbette zayıflıklarımız, düşkünlüklerimiz, saflıklarımız
var 
ancak kendi huylarını, eksiklerini iyi tahlil edeceksin. 
Ardından gözyaşı döktüğünün adını doğru koyacaksın! 
Yıllar süren yaslar yaşayıp, unutamadığını iddia edeceğine, 
neden hayatına başlayamadığını çözeceksin.
Korkularınla yüzleşeceksin.

Yattığın yerden, kurduğun hayale uygun bir beyaz atlı prens
beklemeyeceksin. 
Aklın çalışacak, elin ekmek tutacak, 
kimseye boyun eğmeden yaşamanın lezzetini bileceksin.
İster kocan olsun, ister oğlun, ister anan, ister baban, 
kimsenin sevgisiyle hükmünü birbirine karıştırmayacaksın.
Ezilen, zavallı, akılsız olmak kazandırır gibi dursa da,
sonunda mutlak kaybettirir; bunu unutmayacaksın!

Başkalarına değil, kendi gücüne inanacaksın. 
Birinin boynuna asılarak durursan, karşındakini yormakla kalmazsın, 
bir gün kendi kolların bile çekemez ağırlığını düşersin; 
kimseye dayanmayacaksın! 
Dünya da sensin, evren de! 
Kendini geliştireceksin. Büyüyeceksin, olgunlaşacaksın. 
Ruhunu da, aklını da bedenin gibi besleyeceksin. 
Önce sen büyük olacaksın, farkında olacaksın, 
sonra dünyanın zevklerinin, aşkın, hayatın tadını çıkaracaksın.
 
 
Emanet hayatlara tutunup, ömrünü harcamayacaksın. 
Ne olmasını bekliyorsan,
sen öyle oturdukça, olmayacak. 
Boşuna hayal kurmayacaksın!
 
 
can yücel
Nefes Terapisti
Tel : 0 532 665 41 15

NEVROTİK EGO NEDİR ? SAĞLIKLI EGO NEDİR ?


Uzakdoğu ve Yeniçağ öğretilerinde sıkça bahsi geçen “ego” neyin nesidir? Tanımı nedir? Egodan kurtulmak için uğraşıp duran, o “tek” yoldan bu “tek” yola doğru koşuşturan, bilgeliği Tibet’te Hindistan’da, aşramlarda ya da “el veren” guruların kurslarında arayan  “çok spiritüel” insanların bunu başarması mümkün mü?  Hayır! Çok “iyi” ya da “ermiş” insanların da egosu var mı?  Evet!
Ego herkeste var. Çünkü ego, bu dünyada VARLIĞIMIZI görünür kılabilmek için kendimizi kişi veya birey olarak ifade etmemizi sağlayan gerekli ve önemlibir boyutumuzdur.
Fark sağlıklı ya da sağlıksız egoya sahip olmamızda.
Her birimizde BEN boyutu da var. (“Bir Ben var benden içeri” boyutumuz)  BEN’imiz, kimilerinin Tanrı ya da Sonsuz Zekâ dediği “Sınırsız Bilinç Okyanusu” ile bağlantımızı sağlayan ÖZ’ümüzdür. Okyanusun, içimizdeki damlası olan ÖZ’ümüz bizim özbenliğimizdir.
Ben ve Öz bir ve aynı şeydir.
EGO, bu BEN’in zenginliğini madde dünyasında birey olarak ifade edebilmek ve Bütün’e katkıda bulunabilmek için dünyasal “kimlik kartımızı” yaratan boyutumuzdur.
Ego sağlıklı olduğunda sağlıklı düşünürüz, sağlıklı hissederiz, sağlıklı davranırız. Egonun sağlıklı olabilmesi için öncelikle KİŞİ (nesne) olmaktan çıkıp BİREY (özne) olabilmemiz gerekiyor. Birey olabilmek de fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal olgunlaşma ile gerçekleşiyor.
Her kişi doğumundan itibaren fiziksel olarak büyüyor ve yasaların belirlediği bir yaşa geldiğinde “yetişkin” sayılıyor. Ülkemizde bu “yetişkinlik” hali (eğer yasa geçerse) milletvekili seçilmek için 18, alkollü içki içebilmek için 24 yaşında olmayı gerektiriyor. Yani 18 yaşındaki seçilmiş “yetişkin” bir milletvekilinin, resmi resepsiyonlarda bir kadeh içki içebilmesi için daha altı yıl beklemesi gerekiyor.
Kişinin, fiziksel boyutta “yetişkin” olarak kabul edilmesi için bir şey yapması gerekmiyor. Doğum tarihi üzerinden geçen belli sayıda yıllar bunu otomatikman sağlıyor. Ama duygusalzihinsel ve ruhsal gelişim yaş ilerledikçe otomatikman olan bir şey değil. Bu boyutlarda kişinin kendi emeği kendi çabası gerekiyor. Bu üç boyutta kendini geliştirebilen insan, kişi olmaktan birey olmaya doğru ilerliyor.
Dünyada 7 milyar kişi var ama birey olabilmiş insanların sayısı kaç? (Meclisimizde kaç kişi var? Kaç birey var? Bizi kişiler mi bireyler mi yönetiyor? )
Egonun işleyiş tarzı, hangi tür egonun işbaşında olduğuna bağlı olarak insan hayatının her alanında farklılık gösteriyor: Nevrotik Ego ve Sağlıklı Ego.
KİŞİ olarak kalmış insan, nevrotik egonun esareti altında yaşamını sürdürüyor.
BİREY olabilmeyi başarmış insan, sağlıklı egonun efendisi olarak yaşamını sürdürüyor.
BEN ile EGO’nun boyutları zıt orantılıdır. Biri büyüdükçe diğeri küçülür.
 
Kişi ile birey farkını özetleyecek olursak:
Kişi, insanları kullanır eşyaları sever.
Birey, eşyaları kullanır insanları sever.
 
Nevrotik Ego Nedir?

Nevrotik ego, birey olamamanın başarısızlık duygusunu örtbas etmeye çalışarak, ele güne karşı “kendimiz” olarak sunduğumuz “kişilik” maskemizdir.  Kendimizi önemli ve değerli hissetme çabasıyla dışsal değerlere ve toplumsal onaya uygun yarattığımız, kendimizi kendimizden saklayan yaldızları hızla dökülen parıltılı ve bir o kadar da zavallı maskemizdir.
Nevrotik ego korkularla dolu egodur. Korkularını gizlemek için çeşitli maskeler takar. (Maço maskesi, güçlülük maskesi, kurban maskesi, kurtarıcı maskesi, yargıç maskesi, iktidar/konum/nüfuz maskesi, önemli insan maskesi, vs.) Bu maskelerin, bu rollerin ortak özelliği, ancak ezme/ezilme ilişkisi içinde kendilerini var edebilmeleridir. Varlıkları diğer KİŞİlerin desteği sürdükçe devam eder.
Nevrotik ego bağımlıdırKişi bağımlılığı (anne/ baba/ eş/ sevgili/ çocuk/ arkadaş vs.), madde bağımlılığı (yemek- alkol/ reçeteli ilaç/ yasal olmayan uyuşturucu- uyarıcı vs.), aktivite bağımlılığı (iş/ seks/ görünüm/ din/ telefon/ bilgisayar/ eğlence vs)
Nevrotik ego kontrolcüdür. Dış dünyayı, başkalarını, hayatı kontrol edebileceği yanılgısı içinde kendisini ve konumunu güvende hissetme peşinde umutsuzca koşar. Mükemmeliyetçi ve erteleyicidir. Kontrol tutkunu ve takıntılıdır. Dışsal güce sahip olmak onun için en önemlidir. Bu dışsal güç para, konum, iktidar, unvan, diploma, saygın kimlik, vs olabilir.
Nevrotik egonun tek amacı vardır: Haklı olmak. Ne pahasına olursa olsun haklılık peşinde koşar, yargılar, suçlar, aşağılar.  O daima haklıdır, diğerleri haksız. Eleştiriye tahammülsüzdür ve alıngandır. Fikrine katılınmamasını kendisine saldırı olarak algılar.
Nevrotik ego kibirlidir. Kibir, kişinin aşağılık kompleksini gizlediğini sandığı maskesidir.
Özetle; nevrotik egonun ilk adı korkudur, soyadı ise haklı olmaktır. Kendisini en ufak şekilde bile haklı görmesi halinde hemen şişinir, böbürlenir.
Nevrotik ego, kendisini BEN sanır. Rolleriyle özdeşleşir. Bu nedenle bir düşüncesine veya davranışına yapılan eleştiriyi kendisine yapılmış hakaret olarak algılar. Bunu gurur meselesi yapar. O çok hassas egosunun gururu çabucak kırılır ama onur ve erdem kavramlarından habersizdir. Herkesin kendisini anlamasını bekler ama o anlayıştan nasibini almamıştır. Aşırı rekabetçidir. Ufacık bir çıkar uğruna, başkalarına zarar vermekten çekinmez.
İşte ruhsal gelişim için yok edilmesi arzu edilen ego, nevrotik egodur. Nevrotik ego bizi büyümekten, gelişmekten, mutlu, huzurlu, doyumlu bir hayat sürmekten alıkoyar.
Sağlıklı Ego Nedir?

Sağlıklı ego, bizim birey olmamızı sağlayan boyutumuzdur.
Cesaret sağlıklı egonun ilk adıdır. Erdem ise soyadıdır.
Bu dünyada birey olmamızı sağlayan sağlıklı ego, bilinmeyeni keşfetmeyi sever. Yeniliklere açıktır. Hayatında yeniye daima yer vardır. Hayatını cesurca yaşar.
Sağlıklı egoya sahip birey, ilişkilerinde bağımlı değil, bağlıdır. Sevdiklerine bağlı, mesleğine bağlı, vizyonuna ve amaçlarına bağlı, hayata bağlıdır.
Sağlıklı ego vefalıdır.
Sağlıklı ego hayatının her alanında özdisipline sahiptir. Bu özdisiplin onun içsel gücünden gelir. İçsel güce sahip olduğu için dışsal güç peşinde koşmaz.
Sağlıklı ego haklılık peşinde koşmaz. Haksız olduğu durumlarda öz eleştiri yapar ve özür dilemesini bilir. Haklılık peşinde koşmaz ama hakkını aramayı ve korumayı bilir. Adalet kavramı gelişkin olduğu için gücü yetmeyen insanların haklarını aramaları ve korumaları için de elinden geleni yapar.
Sağlıklı egoya sahip birey genellikle sağduyulu seçimler yapar. İnsan ilişkilerinde sağlıklı düşündüğü, sağlıklı hissettiği, sağlıklı davrandığı için doğal olarak haklıdır… ve mutludur.
Sağlıklı ego, BEN’in hizmetinde Ben’i en harikulade şekilde ifade etmek için vardır.
Sağlıklı EGOya aklınızda kolayca kalması için Etkisel Gerçekçi Olmak hali diyorum.
Sağlıklı egoya sahip insanlara saygı duyarız. Onların görüşlerine ve adalet duygusuna güveniriz.
Sağlıklı egoya sahip insanlar doğaldır, güvenilirdir, cesurdur.
Sağlıklı egoya sahip insanlar vefalıdır, şefkatlidir, cömerttir.
Sağlıklı egoya sahip insanlar değer bilir, hayata şükran duyar, umutludur.
Sağlıklı egoya sahip insanlar sevdiklerine sadıktır, açık yüreklidir, affedicidir.
Sağlıklı egoya sahip insanlar başka insanlara, doğaya ve haklara saygılıdır.
Sağlıklı egoya sahip insanlar huzurlu, neşeli ve esprilidir.
Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu nevrotik egoya sahip kişilerden oluştuğu için şiddet, rekabet, yok edicilik, savaşlar böylesine yaygın. Yani nevrotik ego “normal ego” haline gelmiş durumda. Normal nevrotiklerin dünyasında yaşıyoruz.
Bu yüzden spiritüel öğretilerde “normal ego” öldürülmeye, yok edilmeye çalışılıyor. Bu ego yok edilemez ama dönüştürülebilir. Bu dönüşüm ancak farkındalık, kendini sorgulamak, kendini tanımak ve değişim cesaretiyle mümkün. Bu da bir süreci gerektiriyor.  Olgunlaşma bir süreçtir ve olgunlaşmanın yaşla ya da bilgi toplayıcılığıyla ilintisi pek yoktur. Bilinçlenmeyle ve kendin olmayla ilişkisi vardır.
EGO ne kadar BEN’in hizmetinde ise o kadar KENDİmiz olabiliriz.
Özetleyecek olursak:
BENsiz  EGO = Gaddar olur. Gücünün yettiklerini ezer ve güçlü rolünü oynar.
EGOsuz BEN = Paspas olur. Başkaları tarafından ezilir ve kurban rolünü oynar.
Yeni Dünya, Yeni Çağ sağlıklı egoya sahip insanların dünyası olacak. Bilinç çağının başlangıç dönemi içindeyiz. Geçiş dönemi sancılı olsa da yeni insanlık doğuyor.
Sevgiyle hoşça ol.
Nil Gün

YOLCULUK

 Carol Pearson "The Hero Within" adlı kitabında bu yolculuk için şöyle diyor:

> "Kahramanlar yolculuğa çıkar, ejderhalarla yüzleşir ve kendi gerçek
> benliklerinin hazinesini keşfederler. Bu görev esnasında kendilerini
> çok yalnız hissetseler de, maceranın sonundaki ödülleri bir birlik
> duygusu olur: kendileriyle, diğer insanlarla ve yeryüzüyle. Yaşam
> içerisindeki ölümle her yüzleşmemizde ejderhayla yüzleşiriz ve
> yaşamamaya karşı yaşamayı tercih edip kim olduğumuzu keşfetmenin
> derinliğine her ilerleyişimizde ejderhayı alt eder, kendimize ve
> kültürümüze yeni bir yaşam getiririz. Dünyayı değiştiririz. Yolculuğa
> çıkma ihtiyacı nesillerin doğasında vardır."

> "Kahramanın Yolculuğu" insanlığın varoluşundan beri insanoğlunun
> katettiği bir yoldur. Bu yolu çeşitli ifadelerle tanımlayabiliriz:

> -İnisyasyon süreci,
> -Kişisel dönüşüm süreci,
> -Olgunlaşma süreci,
> -Yaşam geçişleri vb.

> -Bu süreçler hangi ifade ile ya da hangi bağlamda tanımlanırsa
> tanımlansın, aslında aynı şeyi anlatmaktadır.

> -Bu Joseph Cambell'e göre Mitolojik (Mitik) Yolculuk,
> -Carl G. Jung'a göreArketipsel Yolculuk,
> -Budizme göre Sevgi Yolu,
> -Tasavvufa göre Birlik Yoludur ve bu tanımlar artar gider.

> "Bu yolculuk evrenseldir, insanoğlunun varoluşundan beri yapılmaktadır
> ve insanlık var oldukça da yapılacaktır."

> İnsanoğlu bu süreci geniş anlamda yaşam, dar anlamda ise yaşam
> kesitleri olarak deneyimler. Bu dairesel bir süreçtir. Büyük dairesel
> sürecin, yani yaşamın içerisinde bir çok küçük dairesel süreç yaşanır
> ve bu insanın yaşamı boyunca devam eder.

> Ancak bir yolculuğa kahramanın yolculuğu diyebilmemiz için bu
> yolculukta korkuya rağmen cesaretle davranmak ve böylelikle içinde
> bulunulan düzeyden en azından bir kademe daha üst bir bilinç ve
> bütünlük düzeyine çıkmak gerekir. Aksi takdirde bu süreç bir yolculuk
> değil, yalnızca bir kısır döngüdür. Yolculuğa tekrar tekrar başlanır
> ama bir türlü tamamlanamaz, ya da çağrılar gelir ama yolculuğa bir
> türlü başlanamaz.

> -Bu yolculuk sembolik anlamda bir ölüm ve yeniden doğuş sürecidir.

> Hajo Banzhaf'ın "Tarot Yol Rehberi" isimli kitabında ölüm kartını
> anlatırken alıntıladıkları bunu özetler. Krishnamurti der ki; "Yaşamla
> ölümü birbirinden ayırdık ve ikisi arasındaki fasıla korkudur" ve
> "Ölmeden yaşayamazsınız.". C. G. Jung ise şöyle tanımlamaktadır:
> "Ölüm, psikolojik anlamda doğru bakıldığında, bir son değil, daha
> ziyade bir hedeftir ve işte bu nedenle hayat gün ortası doruğunu
> geçince ölüme meyleder". Dolayısıyla eğer kahramanın yolculuğunu
> gerçekleştirmek ve dönüşmek istiyorsanız, korkacak ama yapacaksınız,
> ölecek ama yeniden doğacaksınız.

> Eğer kısmen de olsa bilinçaltınızı bilinç düzeyine çıkarabiliyor,
> gölgenizle yüzleşebiliyor, benliğinizi keşfedebiliyor, içsel
> bütünlüğünüzü günlük yaşamınıza taşıyabiliyor, koşulluluktan kurtulup
> koşulsuzluğa meyledebiliyor, kabul etmeyi, bırakabilmeyi ve koşulsuz
> sevgiyi deneyimleyebiliyorsanız o zaman bu, korkudan sevgiye doğru
> cesaretle yapılan gerçek bir kahramanın yolcuğudur.

> Yaşam boyu bir çok yolculuğa çıkar, her seferinde bir adım daha öteye
> gideriz. Bu yolculukların her birinde ufak da olsa bizde farkındalık
> yaratan ya da bize kendimizi farklı hissettiren öyle bir ışık vardır
> ki, o zaman anlarız bunun bir kahramanın yolculuğu olduğunu. En
> azından bu yolculuğa konu olan detayda aynı kalmamış ve dönüşmüşüzdür.
> Sonra bu yolculuk biter, bir diğeri başlar ve biz her bir yolculukla
> adım adım bütünlüğe doğru yol alırız. Aslında biri biter diğeri başlar
> demek de doğru değildir, çünkü ayrı konularda aynı anda birden fazla
> yolculuk yapıyor olmamız daha muhtemeldir.

> Bu yolculuğun bir diğer adı da Yeraltı Dünyasına İniş'tir ve aşağıdaki
> aşamalardan oluşur.

> -Çağrı
> -Eşikten Atlama
> -Meydan Okuma / Zorlu Görev
> -Yeraltı Dünyasına İniş / Ölüm
> -Dönüşe Geçme
> -Dönüş Eşiğini Atlama/Yeniden Doğuş
> -Lütuf / Yetenek

> -Çağrı

> Çağrı genelde bizi hareket etmeye çağıran bir zorluk şeklinde kendini gösterir;

> Bir kayıp, sevdiğimiz birisini ya da bir şeyi kaybetmek
> Aldatılmak, birlikteliğimize ilişkin yaşanan sorunlar
> İşten çıkartılmak ya da istifa etmek zorunda kalmak, ya da kendi
> işimizi sonlandırma zorunluğu
> Yaşamda kendini bir çıkmazda hissetmek
> Bir karar verme ikileminde olmak ama karar verememek
> Hastalık ve bunlara benzer durumlar

> Eğer yolculuk zamanımız geldiyse yukarıda bahsi geçenler gibi olgular
> mutlaka başımıza gelirler ve bize bir şeyler anlatmaya çalışırlar.

> Bize bu böyle gitmez demektedirler. Burada devrede olan şey Jung'un
> eşzamanlılık ilkesidir. Başımıza gelenler tesadüf ya da kör talih
> değildir. Bunun başımıza gelmesinin bir nedeni vardır ve bizi rutin
> yaşamımızdan alıp başka bir yere atar.

> -Eşikten Atlama

> Bu çağrılara kulak vermek bize kalmıştır. "Zaten hep kötü şeyler beni
> bulur." "Zaten bende şans olsa..." gibi söylemlere kapılıp eski
> rutinimize dönmez, konuya "Bu şimdi benim başıma niye geldi?" "Hayat
> bununla bana ne anlatmak istiyor?" "Bu olayda almam gereken ders
> nedir?" diye yaklaşırsak çağrıya kulak vermiş ve yolculuğun eşiğinden
> atlamış oluruz. Bu aşama kısa bir adım olmakla birlikte en az cesaret
> edilenidir. Çoğu yolculuk çağrıya kulak verilmeksizin başlanmadan
> kalır ve kişi bir kısır döngüye girer. Çağrılar çeşitli biçimlerde
> gelmeye devam eder ama kişi o çağrıları hep talihsizlik ve kaderin
> oyunu olarak algılar.

> -Meydan Okuma / Zorlu Görev

> Eşikten atladıktan sonra zorlu görevimize başlarız. İç dünyamızla,
> bilincinde olduğumuz ama inkar ettiğimiz güçlerimizle, ya da bugüne
> kadar hiç farkında olmadığımız bilinçaltımızın karanlık ve tehlikeli
> güçleriyle, gölgemizle yüzleşiriz. Bu bizi korkutur. Burada karşımıza
> çıkan temalar bugüne kadar arkasından gelebilecek olaylardan korkuyor
> olmamız nedeniyle yaşamaya direndiğimiz, yok saydığımız temalardır,
> olgusal ya da psikolojik. Ve bu ürkütücüdür, ama zaten de ürkütücü
> olması gerekir.

> Örneğin burada görürüz ki biz taktığımız maske gibi güçlü değilizdir,
> bizim de ihtiyaçlarımız vardır ve başarısız olmaktan korkmaktayızdır;
> sahip olduğumuz meslek hiç sevmediğimiz bir meslektir ve sevdiğimiz
> bir mesleğe yönelmek hem bilgisel, hem de finansal olarak sıfırdan
> başlama gerektirdiği için bizi korkutmaktadır; bize hiç uymayan bir
> kişilik ve yaşam modeli geliştirmişizdir ve alıştığımız modelleri
> terkederek yeni modeller oluşturmamız ve beraberinde çevremizi
> değiştirmemiz gerekir; ilişkilerimizde sevgi yerine bağımlılık
> geliştirmişizdir ve sevgi nedir bilmiyoruzdur ve bunu bilmediğimizi
> görmek bize acı verir, çünkü sevgi vermemiş ve de almamışızdır;
> görürüz ki biz sandığımız gibi iyi bir insan değilizdir, kıskançlıkla,
> bencilce ve haince davranmışız, haksızlık etmiş, hiç empati
> geliştirememişizdir; yıllar geçmiş biz hala kendimizi tanıyamamış,
> gerçekte ne istediğimizi bilememiş, bunu ifade edememiş ve dolayısıyla
> o neyse hayattan onu alamamışızdır. Bunları farketmek bizi korkutur,
> kabul etmek ise cesaret ister ve acıtır. Burada iyiyi ve kötüyü,
> korkuyu ve arzuyu aynı anda görürüz ama ayrı ayrı durmaktadırlar.
> Aslında bu ayrı güçler birbirlerini tamamlayan şeylerdir ve
> bütünleşmeleri gerekir, örneğin beyaz olmazsa siyah olamaz, gündüz
> olmazsa gece olamaz ve iyi olmazsa kötü olamaz.

> Marianne Wiliamson "Return to Love" adlı kitabında şöyle der: "En
> derin korkumuz yetersiz oluşumuz değildir.

> En derin korkumuz ölçülebilenin ötesinde güçlü oluşumuzdur. Bizi en
> çok korkutan karanlığımız değil ışığımızdır. Kendimize "Ben kimim ki
> akıllı, göz kamaştırıcı, yetenekli ve muhteşem olayım?" diye sorarız.
> Aslında, siz kimsiniz ki olmayasınız?" Gölgemiz karanlıkta kaldığı,
> yani onunla yüzleşmediğimiz takdirde sorun yoktur ama gün ışığına
> çıkmaya başladıkça ışığımız onunla bütünleştiği için daha da güçlenir
> ve işte biz bu ejderhadan ve onun gücünden korkarız.

> -Yeraltı Dünyasına İniş / Ölüm

> Bu, kahramanın test edildiği nokta, kendi ejderhamızla yaptığımız
> dövüştür. Burada içsel bir süreç olarak yüzleştiğimiz gölgemiz dışsal
> bir kaynağa yansıtılmıştır ve biz gölgemizi bize kötü davranan, bizi
> sevmeyen, bizi aldatan, hakkımızı yiyen bir kişi olarak deneyimleriz.
> Bu yansıma bir kişiye değil bir olaya da yöneltilebilir, yani
> başarabilmek için gölge yanımızdan yararlanmamız gereken bir sınav,
> altından kalkılması gereken zorlu bir olay olarak da kendini
> gösterebilir. Burada bu deneyimin ne anlama geldiğini ve bu anlamı
> gerçekleştirebilmek için ejderhamızla dövüş stratejimizin ne olması
> gerektiğini belirlememiz gerekir.

> Yani "Neyi, nasıl değiştirmeliyim?"in cevabını bulmamız ve onu
> uygulamamız gerekir. Örneğin konu bizi tüm yaşam potansiyelimizi
> kullanmaktan alıkoyan bir davranış ya da ilişki olabilir veya yeniden
> gözden geçirmemiz ve belki de terketmemiz gereken bir bakış açısı veya
> yaşam biçimi olabilir. Bu yazıldığı kadar kolay değil zorlu bir
> dövüştür ve kendini adamak gerekir. Bu dövüşte yenilgiler ve geri
> çekilmeler olur ama yılmamak gerekir. Burada pes etmek bizi
> olduğumuzdan da kötü kılacaktır. Peri masallarında ve mitolojik
> hikayelerde ejderhayla dövüşen kahramana zorda kaldığında daima
> yardıma koşan ulu bir güç vardır.

> Hikayelerde bu bir tanrı, bir hayvan ya da bir ritüel, yani kahramanın
> inancını güçlendiren, doğru yol aldığını tasdikleyen bir kişi ya da
> olaydır. Yaşamda da inancını yitirmemek ve gerektiği noktada bir
> terapist ya da bir dosttan yardım almak gerekir. Hatta bunlar
> tesadüfi(!) bir şekilde yanımızda da belirebilir, ya da bir kişi olmaz
> da içimizde öyle bir içgörü belirir ki inancımızı güçlendirir ve bize
> bir yol gösterir. Bu mücadele esnasında dışarıya karşı kapanmış,
> dışsal yaratıcılığımızı yitirmiş, öfkeli, acı dolu ve depresif oluruz.
> Sembolik bir ölüm sürecindeyizdir. Bir diğer deyişle yeniden doğmak
> için ölmeye yatmışızdır.

> -Dönüşe Geçme

> Ejderhayı yenip korkularımızdan kurtulduğumuz zaman ölümümüz ve
> dönüşümümüz gerçekleşir. Yeni bir parçanın oluşabilmesi için başka bir
> parçamız ölmüştür. Örneğin cesarete yer açılabilmesi için korkumuz
> ölmüştür, bağımsız ve güçlü olabilmemiz için bağımlılığımız ölmüştür.
> Yaşama bakışımızda bir şeyler değişmiş, biz değişmişizdir. Kimliğimiz
> farklıdır ve kaderimiz değişmiştir. Yaşam enerjimiz geri kazanılmış,
> bize bir ilham gelmiştir. Artık yeni farkındalıklarımızı günlük
> yaşamımızda uygulayabilmek için ortaya çıkma zamanımızdır.

> -Dönüş Eşiğini Atlama / Yeniden Doğuş

> Gerçekleşen dönüşümümüzün ardından kendimizle birlik içerisinde olma
> duygusu deneyimleriz. Dönüşümümüz bize yaşam ve dünya ile uyum
> getirmiştir. Yolculuğumuzun neden olduğu değişimlerle bütünleşmiş ve
> yeniden doğmuşuzdur. Bizi yolculuğa gönderen sorun bir sonraki çağrı
> gelinceye kadar halledilmiştir. Bu duygu ve farkındalıklarla günlük
> hayatımıza döneriz ve bundan heyecan duyarız.

> -Lütuf / Yetenek

> Bu süreci tamamlayıp döndüğümüz zaman bunun bir lütfu vardır, sahip
> olduğumuz yeni yetenek ve farkındalık düzeyimizle bunu keşfederiz. Bu
> bizim yaşam görevimiz, varoluş nedenimizdir ve keşfedip yaşamımıza
> dahil etmemiz gerekir. Bu lütuf, daha güçlü olup liderlik etmek, hiç
> farkında olmadığımız bir konudaki yeteneğimizi keşfetmek ve bunu
> yaşama uyarlamak, insanlara koşulsuz sevgi verebilmek ve onları olduğu
> gibi kabul etmek vb. olabilir. Dönüşümümüzün özü, içinde bulunduğumuz
> toplumda öyle ya da böyle bir farklılık yaratıp ona katkıda
> bulunmaktır.

> Mitolojik hikayelerde kahramanlar ya bir krallığı kurtarır ve ona yeni
> bir şekil verirler ya da yeni bir krallık, ulus veya inanç sistemi
> kurarlar. Ama bu her zaman öyle kolay olmaz. Öncelikle bu lütfu
> keşfetmek zordur ve çaba ister. Bu çabanın mutlaka gösterilmesi
> gerekir, çünkü yaşadığımız ölüm ve yeniden doğuş sürecinin anlamı
> burada yatar. Joseph Campbell bu aşamayı yolculuğun en zor noktası
> olarak tanımlamış, "yeraltından yeryüzüne çıkabilir ama lütfu
> keşfedememiş olabilirsiniz" demiştir. O nedenle bunu keşfetmek başlı
> başına zorlu bir görevdir, çünkü keşfedilmediği takdirde buna ilişkin
> çağrılar gelmeye devam edecektir. Bu lütfu keşfetmenin zorluğunun yanı
> sıra keşfettiğimizde uygulamakta da zorluk yaşayabiliriz.Yeni düşünce
> ve farkındalıklarımız her zaman kabul görmeyebilir, biz bu yolculukla
> içinde bulunduğumuz toplumumuzun sindirebileceğinden öte bir noktaya
> varmış da olabiliriz. Bu noktada geri adım atmamak ve yolculuğun
> gereğini yerine getirmek önemlidir.

> Tarihteki büyük adamların hiç birisi geri adım atmadıkları için büyük
> adam olabilmişlerdir. Aslında biz bu lütufla doğarız, yani fiziksel
> doğum zaten bir lütuftur. Her birimizin dünyaya gelişinin bir nedeni
> ve yerine getirmesi gereken bir görevi vardır, ama bunu keşfedebilmek
> için defalarca ölüp yeniden doğmamız gerekir.

> Doğala Özdeş Sanal Alem: Joseph Campbell'in Heros Journey / Kahramanın
Nefes Terapisti
Gülin SARIYİĞİT
Tel : 0 532 665 4 15