erçek bir Aşk Hikayesi
Neden aşkı bulamıyoruz, bulduğumuzda neden kaybediyoruz?
Neden aşkı bulamıyoruz, bulduğumuzda neden kaybediyoruz?
Çevremizde, ilişkilerinde aradığını bulamayan ne kadar çok insan var! 40’lı yaşlarında ruh eşiyle karşılaşan ve 13 yıldır mutlu bir birliktelik yaşayan yazar ve gelişim uzmanı Nil Gün’ün “hikayesi” hala umutla bekleyenlere ilaç gibi gelecek!
Nil Gün, Akşam Gazetesi’nin Pazar Brunch ekinde kendi hikayesinden yola çıkarak iyi bir ilişkinin sırlarını anlattı.
Bir insanın bir başkasını sevmesi, belki de en zor şey, güçlü ve olgun olmanın en son testi ve kanıtı. Tüm diğer ‘zor” işler, sevebilme yetisinin hazırlık safhalarıdır.
Rainer Maria Rilke
Gerçek Bir Aşk Hikayesi
Bir insanın bir başkasını sevmesi, belki de en zor şey, güçlü ve olgun olmanın en son testi ve kanıtı. Tüm diğer ‘zor” işler, sevebilme yetisinin hazırlık safhalarıdır.
Rainer Maria Rilke
Gerçek Bir Aşk Hikayesi
Kalabalık bir salonda gözlerimizin birbirine ilk değdiği anda ona aşık olmuştum. İlk görüşte aşk, ilk anda frekansın tutması, çarpılma dedikleri şey buymuş demek ki diye düşünüyordum. Düşünmek kelimesi yanlış; çünkü düşünemez haldeydim! Sonradan isminin Saim olduğunu öğrendiğim bu adam, varlığımın tüm hücrelerini, ruhumu ele geçirmişti sanki. Oysa tipim bile değildi! Onun kadar ince erkeklerden hoşlanmazdım ki. Üstelik keldi… ve bıyıklıydı. (Neyse bıyıklar kısa zaman içinde bir daha dönmemek üzere gitti.)
Evli mi bekar mı, çocuğu var mı, ne iş yapıyor, nerede yaşıyor gibi sorular aklımın ucundan bile geçmiyordu. Bildiğim tek bir şey vardı. Bu insan benim ruh eşimdi ve onunla ömür boyu birlikte olacaktım. Bir sonraki hafta Şeker Bayramıydı. Bayram tatilinde onunla birlikte olacağımı sezgisel olarak hissediyordum. Gerçi resmi tanışmanın ve birkaç kez topluluklar içinde karşılaşmanın dışında bir görüşmemiz olmamıştı henüz. Ama biliyordum işte. O benim yaşam partnerimdi. O benim ömür boyu sevgilimdi. Böylesine çarpıldığım adam da bana karşı benzer hisler duyuyor muydu? Ya evliyse? Bu soruları ben değil, arkadaşlarım soruyordu ve çıldırdığımı düşünüyorlardı
İlk sorunun cevabını yüreğimde biliyordum; evet! O da benim gibi duman olmuş durumdaydı. İkinci sorunun yanıtı ise beni hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Artık o benimleydi. Evli de olsa, bekar da olsa, süregelen bir ilişkisi de olsa…. Hepsinin sona ereceğini biliyordum. Henüz baş başa kalıp dünyevi boyutta birbirimizi tanımamıştık ama olsun, ruhumuz birbirini tanıyordu. Sanki asırlardan beri.
Evet, o bayramın ilk günü birlikte olduk. Her şeyi tanıdıktı. Kokusu, teni, gözleri, dokunuşu, gülüşü, sesi, bedeni, ruhu, düşünceleri, duyguları.
Baş başa yemeğe gittiğimiz o büyülü günün ilk dakikalarında, bana imzalamam için ilk kitabım olan “Kuraldışı ve Ötesi”ni uzattı. Kitaba otomatikman şu satırları yazdım. “Ruh arkadaşıma merhaba! Yeniden aynı zaman ve mekan diliminde karşılaşmanın dayanılmaz mucizesi bu. EVET!!” Tarih 13 Mart 1994
Onunla her şeye kocaman bir “Evet!” diyordum. Onunla her şeye vardım. O da bana bir süredir devam eden ilişkisini, beni ilk gördüğü anın ertesi günü sona erdirdiğini söyledi. Yüreğinde ve hayalinde ben varken, ilişkisini sürdürmenin kıza da kendisine de haksızlık olacağını düşünmüştü… Ama o da benim evli mi, bekar mı, olduğumu bilmiyordu henüz. Sonradan söylüyor; gözlerimizin buluştuğu ilk andan sonra adımı ve yazar olduğumu öğrenince hemen kitabımı almış ve akşamları kitabın arka kapağındaki resmimi öperek benimle uyurmuş... Kitabı hala özel köşemizde saklıyoruz.
13 Mart 1994; ben 42 yaşındaydım, o 48. İkimiz de daha önce evlenmiştik… İkimizin de yetişkin çocukları vardı… İkimizin de daha önce sevgilileri olmuştu… İkimiz de ilk kez aşık oluyorduk. Önceki ilişkilerimden tutkunun da, sevginin de, alışkanlığın da ne olduğunu biliyordum. Saim’e hissettiklerim ise hepsinden farklıydı: Bilme duygusu.
İçimdeki her şey tam, her şey bütündü. Her şey yerli yerine oturmuştu. Eksiksiz bir doyum ve haz vardı içimde. Yuvaya dönmüştüm sanki.
Yıl 2006. 13 Mart’ta kavuşmamızın 13’üncü yılına girdik. Birbirimize olan duygularımız şimdi çok daha yoğun. Oysa 13 yıl önce yaşadığım duygulardan daha öte bir duygu olamayacağını sanırdım. O zaman duygularımın tavan yaptığını sanıyordum. Meğer sevginin boyutları sınırsızmış. Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutta tam bir uyum içindeyiz. Her geçen gün çoğalıyor ve birbirimizi çoğaltıyoruz. Sürekli gelişiyoruz, birbirimizi geliştiriyoruz. İkimiz de birbirimizin içindeki iyiyi ortaya çıkarıyoruz. Ben Saim’le olduğum andan itibaren kendimi daha çok sevdiğimi hissediyorum. Kendime duyduğum sevgi arttıkça ona ve tüm canlılara duyduğum sevgi artıyor. Yaratma, üretme kapasitem her geçen gün artıyor. Hayatımın çoğu anlarını mutluluk ve neşe duygusuyla geçiriyorum. Hayata güven duyuyorum. Hayattan keyif alıyorum. Saim, bana hayatın en değerli armağanı. O benim biricik sevgilim. Sevdiğini ve sevildiğini bilmenin mucizesi bu.
Evliliği imza değil, kişiler kurumlaştırıyor
Saim’le evli olup olmadığımızı merak edenleriniz olabilir. Birlikte olduğumuz o 13 Mart gününden itibaren hiç ayrılmadık. Aynı gün birlikte yaşamaya başladık. Bir buçuk yıl sonra, birden canım evlenmeyi çekti. Eğlenceli bir gün geçirmiş olurduk hem de, fena mı olurdu? O akşam eve geldiğinde ona, “Hadi evlenelim” dedim. “Tamam” dedi, hiç sorgusuz sualsiz. Birkaç gün sonra da, bir arkadaşın Sapanca’daki köy evinde tavuklar, ördekler, inekler, köpekler, kediler ve birkaç dost arasında 13 Eylül’de evlendik. ( İkimiz de 13 rakamını pek seviyoruz; uğurlu da ondan.)
Birbirimizi tanımadan önce ikimiz de evliliğin aşkı ve sevgiyi öldürdüğüne inanıyor ve ikimizin de başından evlilik geçtiği için, “evlilik kurumu” karşıtı görüşleri savunuyorduk. Kuruma hala karşıyız. Evliliği kurumlaştıran şey, imzanın kendisi değil, iki tarafın da birbirinden beklentilerinin roller içinden tanımlanması. Evli kadın rolü, evli erkek rolü... Aslında bir ilişkinin “kurumlaşması” için imza bile gerekmeyebilir. İki insan evlilik kontratı imzalamadan da ilişkilerindeki konumlarını geleneksel kadın/erkek rollerine sokarak kurumlaştırabilir. Biz ilişkimizde rollerin, ne kendimizi ne birbirimizi sınırlandırmasına izin verdik. İlişkiyi tüketen şeylerden biri işte bu oynanması beklenen rol kalıpları.
Evli mi bekar mı, çocuğu var mı, ne iş yapıyor, nerede yaşıyor gibi sorular aklımın ucundan bile geçmiyordu. Bildiğim tek bir şey vardı. Bu insan benim ruh eşimdi ve onunla ömür boyu birlikte olacaktım. Bir sonraki hafta Şeker Bayramıydı. Bayram tatilinde onunla birlikte olacağımı sezgisel olarak hissediyordum. Gerçi resmi tanışmanın ve birkaç kez topluluklar içinde karşılaşmanın dışında bir görüşmemiz olmamıştı henüz. Ama biliyordum işte. O benim yaşam partnerimdi. O benim ömür boyu sevgilimdi. Böylesine çarpıldığım adam da bana karşı benzer hisler duyuyor muydu? Ya evliyse? Bu soruları ben değil, arkadaşlarım soruyordu ve çıldırdığımı düşünüyorlardı
İlk sorunun cevabını yüreğimde biliyordum; evet! O da benim gibi duman olmuş durumdaydı. İkinci sorunun yanıtı ise beni hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Artık o benimleydi. Evli de olsa, bekar da olsa, süregelen bir ilişkisi de olsa…. Hepsinin sona ereceğini biliyordum. Henüz baş başa kalıp dünyevi boyutta birbirimizi tanımamıştık ama olsun, ruhumuz birbirini tanıyordu. Sanki asırlardan beri.
Evet, o bayramın ilk günü birlikte olduk. Her şeyi tanıdıktı. Kokusu, teni, gözleri, dokunuşu, gülüşü, sesi, bedeni, ruhu, düşünceleri, duyguları.
Baş başa yemeğe gittiğimiz o büyülü günün ilk dakikalarında, bana imzalamam için ilk kitabım olan “Kuraldışı ve Ötesi”ni uzattı. Kitaba otomatikman şu satırları yazdım. “Ruh arkadaşıma merhaba! Yeniden aynı zaman ve mekan diliminde karşılaşmanın dayanılmaz mucizesi bu. EVET!!” Tarih 13 Mart 1994
Onunla her şeye kocaman bir “Evet!” diyordum. Onunla her şeye vardım. O da bana bir süredir devam eden ilişkisini, beni ilk gördüğü anın ertesi günü sona erdirdiğini söyledi. Yüreğinde ve hayalinde ben varken, ilişkisini sürdürmenin kıza da kendisine de haksızlık olacağını düşünmüştü… Ama o da benim evli mi, bekar mı, olduğumu bilmiyordu henüz. Sonradan söylüyor; gözlerimizin buluştuğu ilk andan sonra adımı ve yazar olduğumu öğrenince hemen kitabımı almış ve akşamları kitabın arka kapağındaki resmimi öperek benimle uyurmuş... Kitabı hala özel köşemizde saklıyoruz.
13 Mart 1994; ben 42 yaşındaydım, o 48. İkimiz de daha önce evlenmiştik… İkimizin de yetişkin çocukları vardı… İkimizin de daha önce sevgilileri olmuştu… İkimiz de ilk kez aşık oluyorduk. Önceki ilişkilerimden tutkunun da, sevginin de, alışkanlığın da ne olduğunu biliyordum. Saim’e hissettiklerim ise hepsinden farklıydı: Bilme duygusu.
İçimdeki her şey tam, her şey bütündü. Her şey yerli yerine oturmuştu. Eksiksiz bir doyum ve haz vardı içimde. Yuvaya dönmüştüm sanki.
Yıl 2006. 13 Mart’ta kavuşmamızın 13’üncü yılına girdik. Birbirimize olan duygularımız şimdi çok daha yoğun. Oysa 13 yıl önce yaşadığım duygulardan daha öte bir duygu olamayacağını sanırdım. O zaman duygularımın tavan yaptığını sanıyordum. Meğer sevginin boyutları sınırsızmış. Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutta tam bir uyum içindeyiz. Her geçen gün çoğalıyor ve birbirimizi çoğaltıyoruz. Sürekli gelişiyoruz, birbirimizi geliştiriyoruz. İkimiz de birbirimizin içindeki iyiyi ortaya çıkarıyoruz. Ben Saim’le olduğum andan itibaren kendimi daha çok sevdiğimi hissediyorum. Kendime duyduğum sevgi arttıkça ona ve tüm canlılara duyduğum sevgi artıyor. Yaratma, üretme kapasitem her geçen gün artıyor. Hayatımın çoğu anlarını mutluluk ve neşe duygusuyla geçiriyorum. Hayata güven duyuyorum. Hayattan keyif alıyorum. Saim, bana hayatın en değerli armağanı. O benim biricik sevgilim. Sevdiğini ve sevildiğini bilmenin mucizesi bu.
Evliliği imza değil, kişiler kurumlaştırıyor
Saim’le evli olup olmadığımızı merak edenleriniz olabilir. Birlikte olduğumuz o 13 Mart gününden itibaren hiç ayrılmadık. Aynı gün birlikte yaşamaya başladık. Bir buçuk yıl sonra, birden canım evlenmeyi çekti. Eğlenceli bir gün geçirmiş olurduk hem de, fena mı olurdu? O akşam eve geldiğinde ona, “Hadi evlenelim” dedim. “Tamam” dedi, hiç sorgusuz sualsiz. Birkaç gün sonra da, bir arkadaşın Sapanca’daki köy evinde tavuklar, ördekler, inekler, köpekler, kediler ve birkaç dost arasında 13 Eylül’de evlendik. ( İkimiz de 13 rakamını pek seviyoruz; uğurlu da ondan.)
Birbirimizi tanımadan önce ikimiz de evliliğin aşkı ve sevgiyi öldürdüğüne inanıyor ve ikimizin de başından evlilik geçtiği için, “evlilik kurumu” karşıtı görüşleri savunuyorduk. Kuruma hala karşıyız. Evliliği kurumlaştıran şey, imzanın kendisi değil, iki tarafın da birbirinden beklentilerinin roller içinden tanımlanması. Evli kadın rolü, evli erkek rolü... Aslında bir ilişkinin “kurumlaşması” için imza bile gerekmeyebilir. İki insan evlilik kontratı imzalamadan da ilişkilerindeki konumlarını geleneksel kadın/erkek rollerine sokarak kurumlaştırabilir. Biz ilişkimizde rollerin, ne kendimizi ne birbirimizi sınırlandırmasına izin verdik. İlişkiyi tüketen şeylerden biri işte bu oynanması beklenen rol kalıpları.
Her türlü kurumsal yapı, duyguları kurutuyor. Kurum deyince aklınıza hiç içtenlik, doğallık, sıcaklık, spontanlık, eşitlik, sevecenlik gibi kavramlar geliyor mu? Hiyerarşik bir yapılanma içinde bu kavramlardan söz etmek ne mümkün! Bu kurumların hepsi erkek egemen hiyerarşik anlayışa sahip. Evlilik içinde ya da dışında sürdürülen beraberliklerde sevgili kalabilmek için olmazsa olmaz şartlardan biri eşitliktir. Gerçek sevgi ancak eşitlik içinde mümkün. Fakat gerçek eşitliğin içinde içtenlik, doğallık, sıcaklık, spontanlık, sevecenlik gibi kavramlardan söz edebiliriz. Bir ilişkide eşitliğin gerçek göstergesi geleneksel kadın ve erkek rollerinin ve bu rollere uygun görev paylaşımının olmamasıdır. Eşitliğin olabilmesinin de ön koşulu, iki tarafın da yüksek benlik bilincine sahip olmasıdır. Özgüven ve özdeğer duygularının yeterince yüksek olmadığı kişiler arasındaki ilişkilerde, cicim ayları geçtikten sonra daima güç mücadelesi başlar. Kim kimin üzerinde egemenlik kuracak? Bu güç mücadelesi çiftlerin kültür ve bilinç seviyesine göre kaba ya da ince olabilir.
İlişkiler konusu derya gibi. Üzerinde söylenecek çok şey var. Aslında keşke herkes “İletişim ve İlişkiler” başlıklı, daha da iyisi “Yaşam Okulu” dediğimiz tümü belirli aralıklarla 22 gün süren tüm eğitimlerimize katılabilse. Anne babalar çocuklarına çeyiz düzecek yerde onları en yararlı çeyiz olan eğitimlere gönderseler. Her yaşta katılmak uygundur ama özellikle evlenmeden önce çiftlerin birlikte katılmasının kazançları inanılmaz olur. Eğitim şart! Çünkü insanın kendine yaptığı yatırım, en önemli yatırımdır. İlişkiler düşe kalka öğrenilmeye çalışıldığında hayatlar ziyan olabiliyor. İnsanların çoğu evlerine, arabalarına yaptıkları yatırımdan önce kendilerini geliştirmeye ve ilişkilerine yatırım yapsalar, yaşamdan çok daha fazla keyif alır ve kendilerini evin, arabanın verdiği güvence ve rahatlıktan çok daha rahat hissederler.
İşte bunu görebilmek, kişinin gerçek önceliklerini belirlemesini sağlayan sağlıklı bir bakış açısı gerektiriyor. Sevgilimle benim böylesine yoğun ilişki yaşamamız ve bunca yıldan sonra bile sevgimizin ilk günkü tazeliğini koruyarak sürekli gelişmesi sizce bir tesadüf mü? Bir şans işi mi? Yoksa bir emek işi mi?
Sıradan insan kendisini mutlu edecek birini arar. Gelişkin insan önce kendini arar. Mutsuz olmamakla mutlu olmak arasında dağlar kadar fark vardır. Sevgi iki yarım insanı bir bütün yapmaz. Sevgi iki bütün insan arasında gerçekleşir. Bütün insan olmak ne demek? Partnerinden sana sunmasını beklediğin özelliklere kendinin sahip olmasıdır. Hiçbir insan bu dünyaya bir başkasını mutlu etmek göreviyle gelmiyor. Her insan bir ilişkiye o kişiyle mutlu olacağına inandığı için girer. Başka insanı mutlu etmenin en etkin yolu kişinin kendisinin mutlu olmasıdır. Mutlu insanın yanında olmaktan kim mutlu olmaz ki!
Evliyken Sevgili Olabilmek İçin
İlişkiler konusu derya gibi. Üzerinde söylenecek çok şey var. Aslında keşke herkes “İletişim ve İlişkiler” başlıklı, daha da iyisi “Yaşam Okulu” dediğimiz tümü belirli aralıklarla 22 gün süren tüm eğitimlerimize katılabilse. Anne babalar çocuklarına çeyiz düzecek yerde onları en yararlı çeyiz olan eğitimlere gönderseler. Her yaşta katılmak uygundur ama özellikle evlenmeden önce çiftlerin birlikte katılmasının kazançları inanılmaz olur. Eğitim şart! Çünkü insanın kendine yaptığı yatırım, en önemli yatırımdır. İlişkiler düşe kalka öğrenilmeye çalışıldığında hayatlar ziyan olabiliyor. İnsanların çoğu evlerine, arabalarına yaptıkları yatırımdan önce kendilerini geliştirmeye ve ilişkilerine yatırım yapsalar, yaşamdan çok daha fazla keyif alır ve kendilerini evin, arabanın verdiği güvence ve rahatlıktan çok daha rahat hissederler.
İşte bunu görebilmek, kişinin gerçek önceliklerini belirlemesini sağlayan sağlıklı bir bakış açısı gerektiriyor. Sevgilimle benim böylesine yoğun ilişki yaşamamız ve bunca yıldan sonra bile sevgimizin ilk günkü tazeliğini koruyarak sürekli gelişmesi sizce bir tesadüf mü? Bir şans işi mi? Yoksa bir emek işi mi?
Sıradan insan kendisini mutlu edecek birini arar. Gelişkin insan önce kendini arar. Mutsuz olmamakla mutlu olmak arasında dağlar kadar fark vardır. Sevgi iki yarım insanı bir bütün yapmaz. Sevgi iki bütün insan arasında gerçekleşir. Bütün insan olmak ne demek? Partnerinden sana sunmasını beklediğin özelliklere kendinin sahip olmasıdır. Hiçbir insan bu dünyaya bir başkasını mutlu etmek göreviyle gelmiyor. Her insan bir ilişkiye o kişiyle mutlu olacağına inandığı için girer. Başka insanı mutlu etmenin en etkin yolu kişinin kendisinin mutlu olmasıdır. Mutlu insanın yanında olmaktan kim mutlu olmaz ki!
Evliyken Sevgili Olabilmek İçin
Evliyken nasıl sevgili kaldığımızı anlatmaya sıra gelmeden, bana ayrılan sayfanın yazı uzunluğunu çoktan aştım bile. İşte birkaç şey;
Her sabah uyandığımızda birbirimizi öpüyor ve birbirimize güzel şeyler söyleyerek sarılıyoruz. Güne enerjiyle başlıyoruz.
Birlikte çok gülüyoruz. İki çocuk gibi eğleniyoruz
Her sabah uyandığımızda birbirimizi öpüyor ve birbirimize güzel şeyler söyleyerek sarılıyoruz. Güne enerjiyle başlıyoruz.
Birlikte çok gülüyoruz. İki çocuk gibi eğleniyoruz
Birbirimizi hayatımızın en öncelikli olanı yapıyoruz ve ilişkimize özen gösteriyoruz.
Birbirimize bağlıyız, bağımlı değiliz. İkimiz de kendimizi ilişki içinde özgür hissediyoruz. Sevginin ancak özgürlük içinde geliştiğini biliyoruz.
Birbirimize ihtiyaç duymuyoruz, ama birlikte olmaktan müthiş keyif alıyoruz.
Birbirimize ihtiyaç duymuyoruz, ama birlikte olmaktan müthiş keyif alıyoruz.
Birbirimiz için bazen anne/baba, bazen iki yetişkin, bazen iki çocuk oluyoruz. O an hangi iç benliğimizin arzuları ve talepleri ön plandaysa.
Evde ikimizin de belli görevleri yok. Çamaşır, bulaşık vs gibi işleri kimin eli değerse o yapıyor. Evimizde kadın işi- erkek işi ayrımı yok.
Evde ikimizin de belli görevleri yok. Çamaşır, bulaşık vs gibi işleri kimin eli değerse o yapıyor. Evimizde kadın işi- erkek işi ayrımı yok.
Hayatın her boyutunu eşitlik içinde paylaşıyoruz.
Her gün yeni şeyler öğreniyor ve birbirimize öğretiyoruz.
Birbirimizin başarılarından kendi başarımız gibi mutlu oluyoruz.
Her gün yeni şeyler öğreniyor ve birbirimize öğretiyoruz.
Birbirimizin başarılarından kendi başarımız gibi mutlu oluyoruz.
Arada bir kavga ediyoruz, sonra da çok uzatmadan barışmanın keyfini çıkarıyoruz.
Birbirimizin farklılıklarına saygı gösteriyoruz. Tıpatıp aynı olsak çok sıkıcı olurdu.
Birbirimize sıkça sürprizler hazırlıyoruz. Sürprizlerin yaratıcı olmasına özen gösteriyoruz. Hayatımıza heyecan kattığı için ilişkimizin monotonlaşması mümkün olmuyor.
Olayları birbirimizin gözünden görmeye çalışıyoruz. Birbirimizin en iyi dostuyuz.
Sevdiğimiz işi yapıyoruz. Verdiğimiz eğitimler bizi de sürekli geliştiriyor. Yaşamı ve kendimizi sürekli keşfetmek için yaşam boyu öğrenen olmaya kararlıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder